5 Haziran 2009 Cuma

BAŞLARKEN

O zamanlar büyük bir gazetenin yaz işleri mdür idim.. Odama saçları iyice kırlaşmış, bastonuna dayana dayana bir adam girdi.. Yanında ise cok iyi tanıdığım emekli bir kurmay albay dostum vardı..

Bütün gencliğini Balkan dağlarında komitacı kovalamakla geçirmiş olan bu eski asker, yanındaki ufak tefek adamı göstererek sordu:
-Bil bakalım, kim bu?
Onlara oturacak yer gösterirken bir taraftan da göz ucu ile bu adamı dikkatle süzüyordum..
Hayır imkan yok tanıyamıcaktım..
Evet, çelimsiz olduğu ve yürürken de sakat bulunduğu belli olduğu halde gözleri o kadar canlı idi ki, olağan sütü bir adam, yaman bir kişi olduğu kolayca tahmin edbilbilirdi..
Aczimi itiraf ettim:
-Bilemedim albayım.
-Haydi seni daha fazla üzmiyeyim. İşte bu sakin gibi adam, şöhretli komitacı Bulgar Sadık'tır..

Bu ismi duyar duymaz, adeta heyecanlandığını hissettim. Harp görmemiş, harp yaşamamış yeni nesiller bu ismi harbi yaşamış veya bu harpleri yakından izlemiş ve okumuş olanlar bu isim karşısında büyük bir hayranlık hissetmekten kendilerini alamazlar..
Bulgar Sadık adı ile haklı bir söhret yapan bu yaman adam, Balkan Harbinden önce azılı bir komitacı iken Türklüğü ve müslümalığı kabul etmiş ve hayatının sonuna kadar memlekete sadadkat ve kahramanlıkla hizmet etmiştir.
Ona hayran hayran bakarken, o adeta bundan, sıkılıyordu. Çektiği binbir meşaktat dolu hayat yüzünden, çizgilerle kat kat dolmş, buruşmuş yüzünden bir pembelik dalgalanıyordu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder